YOUTUBE KANALIMIZI TAKİP EDİN >>> YOUTUBE KANALA GİRİŞ İÇİN TIKLA
Birbirinden güzel Hiç duyulmamış şiirler ve az bilinen kısa güzel sözler ( Resimli ) Sizler için beraberce düzenlendi sizlerde en güzel resimli sözlerve az bilinen bu güzel aşk şiirlerini sevdiklerinizle paylaşarak mutlu olmalarını sağlaya bilirsiniz.
kararmışsa için,
aydınlatmıyorsa yıldızlar seni,
güneşe türküler yakma boşuna,
gece sensin zaten.
Hiç duyulmamış şiirler
gece nöbeti / murathan mungan
daha az seviyorum seni,
giderek daha az
unutur gibi seviyorum
azala azala?
aramızdaki uzaklığın karanlığında
geceler kısalıp gündüzler uzuyor
böyle olunca?
daha az seviyorum seni,
kendini iyileştiren bir yara gibi
daha az ve zamanla
sen geceyi tutuyorsun
ben nöbetini,
uzak dağ kışlalarında
görmüyoruz birbirimizi
usul usul iniyor
kopmuş yollara,
ışığı hafif
uykusu ağır koğuşlarda
üzerini örtüyorum senin
bir çığ gibi uyuyorsun rüyalarımda,
sevgilim
yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
nöbet kadar
yalnızken öğreneceksin bunu da.
artık daha az seviyorum seni
unutur gibi, ölür gibi daha az
yeniden ödetiyorum kendime
onca aşkın öğretemediğini
kolay değildi
yalnızca sevgimi değil
evladımı da kaybettim ben
kaç acı birden
imtihan etti beni
bir tek gece vardır
insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
bu da öyleydi
iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni.
Hiç duyulmamış şiirler
cehenneme kurulan kamp
ben iki elimde iki hançer
kıpkızıl günahlar örmüşüm
bu eller benim ellerim cennetten kovuldular
kan kusan geceye nehir nehir
tükrükle boğulan ezilen lanetlenen
irin yüklü bakışlardan bu kaçıncı kaçışım
bu kaçıncı saplayışım tırnaklarımı yüreğime
ama ölmedim
neden ölmedim
öptüm ölümün kaynamış tutkal kokan ağzından
kara kara yengeçlerin yuva yaptığı
ışık değmemiş ıslak saçlarına astım kendimi
belki bin yıl sallandım durdum
ama ölmedim
neden ölmedim
bıktım bu dost cüceler ülkesinde
dev yalnızlığımı sırtımda taşımaktan
yorgun alnımdan
iri terlerin aktığı kör kuyulara
yılanların ve akreplerin
ve ısırgan böceklerin susuzluğunu gideren
bu denizler benzindi hep
ve hep ne varsa deniz denilen kıyılarda ateşler yaktım
ama ölmedim
neden ölmedim
açmış aç ağızlarını cılız arzular
dişleri diken diken etimde dolaşan
tutup bütün kapılarını kırıyorum mabetlerin
tanrıyı arıyorum
tanrı yok diyorlar ama neden yok
bir yumruk olup sıkılıyorum
parmaklarım dökülüyorlar
bir kaç cam kırıyorum buz tutmuş gökten
ben yarıdan fazla günahkarım biliyorum
yarıdan fazla karanlık bu yer bu insanlar bu okyanus
ve neden sonra zaman
bir iskele olup sıyrıldı takvim yapraklarından
artık bütün şarkılar susmuştu ölüm tanrısı susmuştu
içimdeki çanlar susmuştu ben susmuştum
cehennemde yer bulmak zordu
en utanılır günahlarımı sırat köprüsüne astım
güneş bir fahişe gibi sarışındı üşüyordum
demir örgülü kızgın kapıların mermer eşiğinden
sümük gibi alevler akıyordu
alev denizinde yıkanıyorduk -ho ho hoy-
alev denizinde
alev
deniz
alev
tanrının iskeletinden kan sızıyordu…
Hiç duyulmamış şiirler
bekle beni, döneceğim ben.
çok çok, bıkmadan bekle!
sarı yağmurların
hüznü basınca,
kar kasıp kavururken,
kızgın sıcaklarda – bekle.
uzak yerlerden mektuplar kesilince
bekle beni.
birlikte bekleyenlerin beklemekten
usandığına bakma, bekle.
bekle beni, döneceğim.
unutmak zamanı geldiğini
ezbere bilenleri
hayırla anma!
varsın oğlum, anam
hayatta olmadığıma inansın,
dostlarım beklemekten usansın,
ocak başında toplanıp
acı şarapla
yad etsinler beni.
sen bekle. onlarla birlikte
içmekte acele etme.
bekle beni; döneceğim,
bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!
‘şansı varmış…’ desinler,
beklemedikleri için,
beni bekleyerek
düşman ateşinden nasıl
koruduğunu anlayamazlar.
sağ kalışımın sırrını yalnız
senle ben bileceğiz-
bütün sır -senin
başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende.
konstantin mihavloviç simonov
ev (istanbulda) Hiç duyulmamış şiirler
bir evim olsun isterdim
küçük bir bahçesi önünde
çiçeklerden gül karanfil
bir de hanımelleri penceremde.
denizi görmesi ne hoş,
karşıdan vapurlar geçer…
iki üç odacık yeter.
çocuklarımla geliriz okuldan
karım çay hazırlar
büyük kızım masayı donatır
bir yeniharman yakarım
denizin sesine dalar giderim
bazan balığa çıkarız oğlumla
anneleri bir iş alır eline
pencerenin kenarına ilişir
küçükler bahçede oynar
sonra akşam olur
hep beraber otururuz sofraya
neşeli sıhhatli yemek yeriz
kahvemi getirir kızlarımdan biri
biraz da gazetelere bakarım…
arada bir tiyatroya sinemaya gideriz
günler yıllar geçer
çocuklarım büyür
her biri bir iş, ev bark sahibi olur.
karımla başbaşa veririz bu sıcak yuvada
onların saadetini konuşuruz…
bir evim olsun isterdim,
çocuklarımın gülüşleriyle dolsun içi,
karımın bakışlariyle aydın,
alın teriyle olsun duvarı, çatısı
yarın çocuklarıma kalacak.
1964 varlık yıllığı sayfa 289/tarık orhan
Hiç duyulmamış şiirler
hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
hani sen iyiydin
halden anlardın
hani sen git demiyecektin bana
ve ben herşeye rağmen gelecektim
içimde bir umut
ellerimde olgun meyvalar
dünya nimetleri
gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
ama ne sen gel dedin
ne de ben gelebildim herşeye rağmen
aşkımız ayrılıklarla başladı
deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
sonra bir çaresizlikti zifir
akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
öyle kendinden geçmiş, öyle başıboş
öyle derin duygular içindeydik, anlatılmaz
sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
aldığını geri vermez dalgalara
görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
tatmadığımız yemişlerden tattık; günahkar olduk
alevden bir tasta eridi günler
bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
paslı demir kapılar kapandı üstümüze
taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
çaresizliğimizi bize aynalar söyledi, inanmadık
kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla
aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
uyuduk bir daha uyanamadık
şimdi bir kutup var sana çeker beni
bir kutup var senden öteye
ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda
onun için bulup bulup yitirdim seni
hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
hangi gözümü yumduysam seni gördüm
zamandın, zamandan öte bir şeydin
yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
bu zincirleri sen vurdun ellerime
sen getirdin bunca karanlıkları
al şunu mum yak
korkuyorum
bir taş aldım attım denize
günahlarımdan kurtuldum
alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
öteye gidemem
itme beni
benim de bir insan tarafım vardı
bakma böyle kötü olduğuma
benim de dileklerim vardı
benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
büyük dertler için benim ellerim
anlamıyor musun
sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
ben sevilmediğimden böyle çirkinim
bütün kötü yerlerde ben korkarım
biliyorum
bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
fabrika bacalarında bir kara dumanım
zehirim akrep kuyruklarında
kötüyüm sevemediğin kadar
öyle fenayım
kapanmış bıçak yaralarında
bu pis çöp tenekelerinde unut beni
unut artık
bayat bir ekmek gibi
çürümüş bir elma gibi
sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
sarı badanalı evleri sev biraz
bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
bu sarılarda benim yüreğim bir ölür, bir dirilir
anladım
bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
tosca’dan bir arya hatırlıyorum şimdi
sus biraz
ensemde bir akrep yürüyor
bırak yürüsün
sabaha asacaklar beni
dokunma
yedi canım vardı, ikisi gitsin
bunca ölümler az gelir bana
kalbimi yardım
bir damla kan aktı
kutuplara kar yağıyordu
üşüdüm
failatun vezniyle seni çağırıyorum
bana imbiklenmiş yeşilliğini getir
dur gitme
beş kuruşum vardı kaybettim
dur gitme
ısırgan otlarından kurtar beni
deniz analarının gözlerini çaldım
sana bakmak için
güneşi üçe böldüm
al biri senin olsun
yüzümde beş bıçak yarası var
bir de sen vur
barut kokusunu severim
bir portakalı dilim dilim soy
acıktım
tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
tut ki bir marul yaprağıydım
öldüm
al şu serçe parmağım sende kalsın
ben kötüyüm
allahsızım
korkunç çirkinim
ben seksensekizinci tul dairesiyim
sağ gözümün üç kirpiğini kestim
al
ben lanetlendim
chopin’in cenaze marşı çalınıyor
ölüler ayağa kalktı
görüyor musun
şu soldan ikinci benim
senin yüzünden öldüm
şimdi seni getiriyorlar karanlığıma
ağlıyorum
biraz sev beni
gül biraz
yaklaş biraz
seni affediyorum
kuşkonmaz dallarına astım kendimi
sedir ağaçlarına gül yapraklarına
başımı taşlara vurdum
gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
tanrısal duygular içindeydim
bütün tanrısızlığımdan uzakta
bir kemiklerinin sertliğini aldım
bir teninin aklığını
sonra sıcaklığını dudaklarının
gel bak
sana bir tanrı getirdim
gel bak
bir tanrı yarattım senden
ümit yaşar oğuzcan / sana bir tanrı getirdim
çakıl Hiç duyulmamış şiirler
seni düşünürken
bir çakıl taşı ısınır içimde
bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
bir gelincik açılır ansızın
bir gelincik sinsi sinsi kanar
seni düşünürken
bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
deliler gibi dönmeğe başlar
döndükçe yumak yumak çözülür
çözüldükçe ufalır küçülür
çekirdeği henüz süt bağlamış
masmavi bir erik kesilir ağzımda
dokundukça yanar dudaklarım
seni düşünürken
bir çakıl taşı ısınır içimde.
Hiç duyulmamış şiirler
“ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.
ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.
ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.
ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.
bizi eşkiyalar soymamış abi
muhabbet yıkmış!” *
Seni Seviyorum Demektir / Hiç duyulmamış şiirler
Bir umut kırıntısı varsa hala içimde
Senli duygular yakıyorsa yüreğimi
Bir düş yorgunluğunu yaşıyorsa bedenim
Ve seninle doluysa tüm hayal âlemim
Hala seni seviyorum demektir.
Duvarlarda silüetini oluşturuyorsa gözlerim
Ayaz gecelerimi ısıtıyorsa hayali nefesin
Sonunda dayanamayıp kalbimi tutuyorsa ellerim
İçinden çıkacağını düşünerek korkuyorsa beynim
Hala seni seviyorum demektir.
Bir masanın üzerine düşmüşse başım
Sağanak halini almışsa gönül ağrılarım
Kuru yaprak gibi savruluyorsa hayatım
Her defasında beni benden alıyorsa yürek sancım
Hala seni seviyorum demektir.
Beni bırakıp gittiğinden beri böyleyim
Bir elim sigaramda diğerinde kadehim
Umutsuzca etrafımı sarıyorsa hayallerim
Ve bir gün diye bekliyorsa sana dair ümitlerim
Hala seni seviyorum demektir.
Yalan dünya, yıldızlar, gökyüzü yalan
Karanlık zaten gece, gündüzüm zifiri
Bir sevda türküsü aslında beni yıkan
Sevgi beklemekse, ölümüne özlemekse sevgi
Hala seni seviyorum demektir.
Uyumadan önce öpmeni istiyorsa dudaklarım
Uykudan uyandırıp yanındayım sevgilim demeni
Bir rüya olsa bile senin yanında olabilmeyi
İstiyorsa düşlerim gibi kırık kalbim
Hala seni seviyorum demektir
Biz Efsane Olmalıyız / Hiç duyulmamış şiirler
Seversem senin ışığınla aydınlanıp,
Senin sıcağına geçmeliyim.
Bir anımı geçireceğim seninle,
Uzayan,yaşamı kaplayan bir zamanı,
Ve bütün bakışlarım sende olmalı
Sen olmalı göz rengim.
Bir çiçek bahçesine girdiğimizde,
İkimiz de aynı güle dokunup,uzanmalıyız.
Elim avuçlarındayken,
Senden başka tutunacağım asa olmamalı.
Benim için yarmalısın denizleri…
Beni sevgi kıyılarına ulaştırmalısın.
Uyku, ayrılık kokmalı.
Gece; sinen,görünmeyen derinlikler olmalı,
Orada kalmalıyız.
Hayatımın tam ortasında olmalısın.
Hüznümün taşanlarını toplamalısın avuçlarına.
Su kadar saf,berrak bakmalısın.
Suskunluğum,dağılmalarım,
Sevgi silgisiyle silinmeli ruhumdan
Son kapıda bulmalıyım seni
Yedi kapının ardından bakmalısın.
Gül olmalı,açmalı yüreğim,
Sen bülbül gibi şakımalısın.
Bana hiç duyulmamış şiirler okumalısın…
Aşkı anlatmalısın bana sen kendi dilinden!
Yahut aşk olup dağılmalısın hücrelerime..
Masalları koy önüme.
Çünkü onlar düşünüldüğünde gerçekleşir,
Gizli,saklı da olsa,yaşanır bir yerlerde…
Hikayeler bile senin dilinde, gönlünde yaşanmalı..
Cesaretin varsa,cesursan atlamaya umarsız.
Biz efsane olmalıyız.
Yağmur ol, derinden ve sessiz yağ üstüme
Serinliğin, bırak işlesin iliklerime
Şarkılar biriksin ayaklarımın gölgesine
Damla damla aksın coşkun denize
Yüreğim yorgun umutlar biriktiriyor
Bir gölge izliyor derinden ve sessiz
Bulutlar ihanet safları kurmuş
Ağıyor yeryüzüne, ıslanıyorum
Aralıksız damlalar vuruyor yüzüme
Kan revan gözlerim suda boğuluyor
Sözler diziliyor boğazıma
Susuyorum derinden ve sessiz
Islıklar karşılıyor dönüşümü
Rüzgârın savurduğu bulutlar gibi
Savruluyorum şehirden şehire
Şehirler, ıslak bir akşamda
Yavru ceylanı bekleyen avcılar gibi
Eller tetikte izleniyorum
Yağmur yağıyor, ıslanıyorum dolu dolu
Bir gölge izliyor derinden ve sessiz
Ağlıyorum, ellerim başımda
Duygularım hallacı pamuğuna dönmüş,
Ellene ellene didik didik olmuş,
Önce alev alıp,
Sonra coss diye sönmüş,
Daha kötüsü,
Ne ölmüş,
Ne onmuş,
Bir daha kullanılmaz olmuş,
Gene de nefes alıyor,
Çorap söküğü gibi değil,
Sıkı dokunmuş,
Tanrım,
Bu duygunun astarı,
Nasıl bir kulmuş;
Ki mutluluğu sevgide bulmuş,
Kendinden esirgenen,
Gene de pes etmeyen…
Ben,
Tut elimden,
Bırakma..
0 Comments